VARLIK SEBEBİMİZ SEVGİLİ ÖĞRENCİLER,

 

HOŞ GELDİNİZ!

Doğa, tarih ve kültür diyarı IĞDIR’IMIZA,

Bilimi, bilgi üretmeyi ve kullanımını önceleyen IĞDIR ÜNİVERSİTEMİZE,

Ekoturizm anlayışında turizmci yetiştirmeyi hedef belirlemiş TURİZM FAKÜLTEMİZE…

MERHABALAR!

Size Fakültemizi ve Iğdır’ımızı tanıtmak istiyorum. Fakat içimden alışılmışın dışına çıkıp farklı bir şey yapalım diye geçti. Dokuz maddede Fakültemizi, otuzüç maddede de Iğdır’ımızı tanımaya ve tanıtmaya var mısınız? Çünkü benim bu yaptığım, şu andan itibaren sizin de yapmanız gereken öncelikli göreviniz olacak! Çünkü artık biz büyük Iğdır Üniversitesi Ailesinin mensupları ve fahri Iğdırlılarız. Ne dersiniz? Başlayalım mı?

 

FAKÜLTEMİZİN;

Bakanlar Kurulu’nun  29 Nisan 2013 tarihli toplantısında alınan 2013/4716 sayılı kararın, 31 Mayıs 2013 tarih ve 28663 Sayılı Resmi Gazetede yayınlanmasıyla kurulduğunu,

Akademik kadrosunun teşkili için, Prof. Dr. Mehmet Hakkı Alma, 2017 yılında Üniversitemiz  Rektörü olup, dekanlık vekaletini de üstleninceye kadar yaklaşık dört yıl beklendiğini,

Fakültemiz akademik kadrosuna ilk atanan öğretim üyemizin Doç. Dr. Gülşen Bayat olduğunu,

Fakültemiz dekan vekilliğine 2018 yılında Prof. Dr. Rüstem GÜL’ün getirildiğini,

Prof. Dr. Rüstem  GÜL’ün görev sürecinde, 2019-2020 Eğitim-Öğretim yılı Güz yarıyılında Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümüne öğrenci (46 öğrenci) alındığını ve eğitim-öğretime başladığını,

Dekanlık vekaletinin 2021 yılında bir süre Rektörümüz Prof. Dr. Mehmet Hakkı Alma’nın uhdesinde kaldığını,  

Giresun Üniversitesi Turizm Fakültesi kurucu dekanı Prof. Dr. Musa Genç’in, Üniversitemiz Rektörlük Makamının 2021 yılındaki talebiyle YÖK tarafından asaleten dekan olarak atanması üzerine 15 Kasım 2021 tarihinden beri Fakültemizin atanmış ilk dekanı olarak görevini sürdürdüğünü,

Kuruluşunda Gastronomi ve Mutfak Sanatları ve Turizm İşletmeciliği  Bölümlerinin  bulunduğunu, fakat sadece Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümünde öğrencisi olduğunu,

2021-2022 Eğitim-Öğretim yılı sonu itibariyle 155 öğrencisinin öğrenime devam ettiğini,

Öncülüğünde, Üniversitemiz Lisansüstü Eğitim Enstitüsü bünyesinde 2022 yılında Disiplinlerarası Ekoturizm Anabilim Dalı kurulduğunu, Dekan Prof. Dr. Musa Genç’in Ekoturizm Anabilim Dalı başkanlığına getirildiğini ve Disiplinlerarası Ekoturizm Tezli Yüksek  Lisans Programına 2022-2023 Güz Yarıyılında  öğrenci kabul edildiğini BİLİYOR MUYDUNUZ?

IĞDIRIMIZIN;

Türkiye’de güneşin ilk doğduğu ve battığı yer olduğunu,

Ermenistan, Azerbaycan – Nahçivan ve İran’la, yani üç bağımsız devletle sınırı olan tek ilimiz olduğunu,

Yontma taş devrinden (M.Ö. 600.000 ile M.Ö. 10.000 arası, buzul çağının sonları) günümüze insanların yaşadığı yerlerden biri olduğunu,

Büyük ve Küçük Ağrı olmak üzere iki Ağrı Dağı olduğunu,

Dünyada kutsal kabul edilen 55 dağ arasında Büyük Ağrı dağının rakım olarak Everest ve Klimanjaro dağlarından sonra üçüncü en yüksek dağ olduğunu,

Büyük Ağrı dağının bugün çıplak görülen yamaçlarının  orta çağda ormanlık olduğunu,

Büyük Ağrı Dağı’nın kuzey yamaçlarındaki “Cehennemdere Vadisi”nin güney yamacında, 2800-3000 m yükseltide bir pınar olduğunu, buraya “Yakup Peygamber Çeşmesi” dendiğini, ve Yakup Peygamberin buraya gelerek abdest alıp namaz kıldığına inanıldığını,

Cehennemderesi Vadisi’nde sıkça yaban keçilerine rastlandığını, yaban hayatı gözlemcileri için az bulunur bir ekoturistik kaynak olduğunu,

Büyük Ağrı Dağı’nın eteklerinde, yöre halkının “İnek Vadisi” dediği yerde birçok mağara bulunduğunu, yüzlerce hayvanın sığabileceği büyüklükteki bu mağaraların yaylaya çıkarılan hayvanlar için doğal barınak işlevi gördüğünü, ekoturizm anlayışıyla deneyimlenecek mağara turizmine açılabileceğini,

Ağrı Dağı’nda 4000 m yükseltide yaz kış erimeden kalan sürekli kar örtüsünün başladığını, tepeden aşağı doğru 1000 m’lik bölümün, herzaman karlarla kaplı olduğunu,

Ağrı Dağı’nda havanın öğleden önce genellikle açık olduğunu, dağda bulutların oluşmasıyla saat 14’e doğru havanın bozduğunu, öğleden sonra 4500 m’nin üstüde genellikle sisli, kar yağışlı ve şiddetli rüzgârlı olduğunu,

Büyük Ağrı Dağında yazın havanın en bozuk olduğu zamanın Temmuz sonu, Ağustos başları olduğunu,  hava bozukken zirveye çıkmanın dolu yağması ve yıldırım düşmesi nedeniyle çok tehlikeli bulunduğunu,

Dağın yamaçlarında ağaç formuna ulaşan (boyu asgari 5 m olan) bitkilerin bulunmadığını, bodur huş ve ardıç ağaççıkları dışında, dağın 1500- 3500 m arasındaki orta kuşağının geniş otlaklarla kaplı olduğunu,

Ağrı Dağı’nın Doğu Iğdır Ovası’na bakan yamaçlarının aşağı kesimlerinde çöl koşullarının mevcut olduğunu,

Dağın tepesine bilimsel anlamda ilk çıkışın Friedrich Parrot tarafından 9 Ekim 1829’da gerçekleştirildiğini, Onu, 1834 ve 1843’te Rus Antonomof önderliğindeki ekiplerin izlediğini, 1845’te Wagner ile Abich ve 1856’da Monteith ile Stuart gibi Batılı dağcıların da Ağrı Dağına tırmandığını,

Türk dağcıların Ağrı’ya ilk tırmanışlarının Cumhuriyet Dönemi’nde gerçekleştiğini, 1937’de Binbaşı Cevdet Sunay, on beş subay ve elli erle birlikte Ağrı Dağı’nın zirvesine ulaştığını, bu heyetin, iddiaların aksine, Nûh’un Gemisi’nin enkazına rastlamadığını,

Ağrı Dağı’nın, dağcılık sporu ile uğraşanların aradığı bütün özelliklere sahip olduğunu, keza doğa sporları, kış turizmi, dağ yürüyüşleri, dağ bisikleti ve yamaç paraşütü için oldukça elverişli olduğunu,

Doğal gölü olmadığını, en büyük su kaynağının Aras ırmağı olduğunu,

Aras nehrinin Nil, Dicle ve Fırat’tan sonra dördüncü kutsal akarsu olarak kabul edildiğini,

Aras ırmağı ve bu ırmağa katılan akarsuların kıyılarında söğüt (Salix sp.), yabani iğde  (Hipophae rhamnoides), ovada ise tek tük ova karaağacı (Ulmus campestris) türlerine rastlanıldığını,

Tuzluca ilçesinin kuzeybatısındaki, Yukarı Çıyrıklı köyünün Aras Nehri kıyısındaki kalan kısmında bir kuş gözlem istasyonu (Aras Kuş Araştırma ve Eğitim Merkezi) bulunduğunu, bu istasyon ve çevresinde yaklaşık 190 kuş türünün  (Türkiye’deki kuş türlerinin %40’ından fazlası) kaydedildiğini, ekoturizm anlayışı ile bu istasyonda amatörce kuş gözlemciliği de yapılabileceğini,

Türkiye’de sadece üç noktada üreyen saz horozu (Porphyrio porphyrio)’nun, Doğu Anadolu Bölgemizde sadece Aras İstasyonu’nda kaydedildiğini,

Tuzluca’daki kaya tuzu mağarasının, mağara iç yüksekliği ve genişliği bakımında Dünya’nın en büyük tuz mağarası olduğunu, Iğdır Üniversitesi, Iğdır Valiliği ve Tuzluca Kaymakamlığı ortak projesiyle yakın zamanda Tuz Terapi Merkezi olarak hizmete gireceğini, sağlık turizmi için iyi bir kaynak olduğunu,

Iğdır’ı Dünya’daki sayılı  kış turizmi merkezlerinden biri haline getirecek Iğdır Ağrı Dağı Doğa Sporları ve Kış Turizm Merkezi Projesine, Iğdır kent merkezine 36 km uzaklıkta olan Korhan yaylasında 2000 yılında başlandığını, ancak çeşitli sebeplerden dolayı projenin bitirilemediğini,

Şayet proje bitirilebilseydi,  yılda  tahminen 6000 kişiye kayak yapma ve  yaklaşık 12000 kişiye de iş olanağı oluşacağını,

Festival turizmi bağlamında 2000 yılından günümüze her yıl düzenlenen Kayısı Festivali’ne komşu ülkelerden folklor takımlarının da katıldığını ve böylece uluslararası bir ,hüviyet kazandığını,

Iğdır kayısısı ve Taş köfte olmak üzere iki coğrafi işaretli ürünü olduğunu, Iğdır beyaz üzümü Miska, Iğdır Bozbaş yemeği, Iğdır omaç aşı çorbası ve Iğdır patlıcan reçelinin ise coğrafi işaret tescil sürecinin devam ettiğini, Serhat Kalkınma Ajansının desteklediği projeyle Iğdır’da tescil potansiyeli olan tarım ürünleri olarak Şalak kavunu, Kızıl gül, Al alma ve Süper domates; yemek olarak Zibilli pilav, Katlet, Cılvır, Şorva, Katık aşkı çorbası, Keleçoş, Süt hörresi, Perzana, Salmanca ve Evelikli  bulgur olarak tespit edildiğini,

Gelen yabancılara yetecek kadar konaklama tesisinin olduğunu, bu bağlamda  turizm bakanlığı belgeli olarak beş adet 2 yıldızlı ve bir adet 4 yıldızlı olmak üzere toplam 6 adet otelin bulunduğunu ve bu tesislerin toplam yatak kapasitelerinin ise 600’ den fazla olduğunu,

Ağrı dağı zirvesine mümkün olduğunda her yıl yapılan Uluslararası 30 Ağustos Zafer Tırmanışına geçtiğimiz yıl Iğdır Üniversitesi Dağcılık Kulübü danışman hocası Dr. Emrah Eker ve Araş. Gör. Furkan Erbaş, Iğdır Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü antrenörü ve aynı zamanda Iğdır Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Anabilim Dalı'nda lisansüstü eğitimine devam eden Oğuz Aygan liderliğinde yaptıkları tırmanışta  19 Eylül 2021 tarihinde Ağır Dağı zirvesine ulaşmayı başardıklarını,

İpek Yolunun önemli bir bileşeni olan Iğdır’ın stratejik konumu sebebiyle tarih boyu sürekli saldırılara uğradığını ve el değiştirdiğini, Türkiye’ye katıldığı 14 Kasım 1920’ye kadar 19 farklı kavim ve medeniyete ev sahipliği yaptığını, 103 yıldır toprağımız olduğunu,

Egemen medeniyetlerin Iğdır’ı kaleler (Korhan kalesi, Karakale, Aktaş Köyü Kalesi ve Gaziler köyü kalesi), kümbetler (Iğdır merkez ilçeye bağlı Çakırtaş köyünde, Aralık ilçesine bağlı Kolikent köyünde ve Kazım Karabekir Tarım İşletmesi sınırları içerisinde), kervansaraylar (en önemlisi Sürmeli Emiri Şerafeddin Ejder (Azdera) zamanında yaptırılan Iğdır Kervansarayı) ve tarihi mezarlıklar ve mezar taşları (Yaycı köyü, Küllük köyü, Yenidoğan köyü, Sürmeli köyü, Hakmehmet köyü ve Karakoyunlu ilçe merkezindeki tarihi mezarlıktaki mezarlar üzerine yapılmış koç, koyun ve diğer hayvan heykelleri) ile tarih ve kültür mirası  zengini bir şehre dönüştürdüklerini,

Iğdır ilinde çok sayıda höyük, yerleşme kalıntıları ve kaya odalarının bulunduğunu; en önemlilerinin Tuzluca Kamışlı Köyü Yerleşmeleri, Karakoyunlu Abbasındüzü Yerleşmesi, Iğdır Ülkü Tepe Höyüğü, Yaycı Köyü Höyüğü, Melekli Kültepe Höyüğü, Gökçeli Köyü Höyüğü, Gaziler Kültepe Höyüğü, Erhacı Köyü Kaya Odası, Kızılkule Köyü Kaya Odası, Asma Köy Kaya Odası olduğunu,

Iğdır’ın ve Kalesinin (Korhan Kalesi)  Selçuklu yönetiminde iken 1664 baharında çok şiddetli bir depremle yıkıldığını, Bölge dâhil Azerbaycan’da elli binden fazla insanın öldüğünü, depremden sağ kurtulanların Iğdır Ovasına gelip, bugünkü yerinde Iğdır’ı aynı adla tekrar kurduklarını BİLİYOR MUYDUNUZ?

Şu anda soluduğunuz hava, her ne kadar yontma taş devri insanlarından günümüze bu topraklara hâkim olmuş nice kökeni farklı insanın soluduğu hava olmasa da, bastığınız yerler de mutlaka onların izleri var. Sizlerden ricam, lütfen bu tarihi gerçeği hep hatırlayarak turizm yapınız ve yaptırınız. Doğal, tarihsel ve kültürel mirası koruyup gelecek neslimize ulaştırmak, her bir meslek erbabından önce sizin vazifenizdir ve işte bu yaklaşım ekoturizmin ta kendisidir.

Deniziyle, kumuyla, güneşiyle sahilleri; mantarları, böcekleri, bitkileri, hayvanları, mağaraları, travertenleri, gölleri, ırmakları, yüksek dağları ve yaylalarıyla ormanları, kısaca bütün doğayı turistik kaynak olarak kullanmak hakkınız, dolayısıyla legalse istifade edebilirsiniz. Ancak bu zenginlikler size miras kalmadı; gelecek kuşaklarınıza, en az sizin faydalandığınız  halleriyle ulaştırmanız için emanet bırakıldı. O halde koruyamayacaksan sakın dokunma! Sana kadar kendisi gelebilmişse, gelecek nesline de kendisi ulaşacaktır. Yeter ki dengesi bozulmasın…

Turistik kaynakları koruyanlar veya korumayanlar her zaman onunla iç iç olanlardır ve kaynaklar maddi-manevi kazanç getirdiği ölçüde önemsenerek korunur. Bu nedenle turizm yaparken de yaptırırken de gelirin ekseriyetinin kaynak sahibinde, yani yerelde kalmasını sağlayınız.

Son  sözüm: Turizm yaparken ve yaptırırken ekoturizm anlayışından ödün vermeyiniz.

Sevgiyle…

 

Prof. Dr. Musa GENÇ

DEKAN